Terapi, Psikoterapi, Psikolojik Danışmanlık, EMDR, Bilişsel Temelli Davranış Terapisi, Pozitif Psikoloji, Mindfulness.. diye devam eden, 600’den fazla terapi çeşidinin olduğu bir dönemde, ‘Terapi’nin aslında ne olduğunu, ne olmadığını, ne işe yaradığını, kendi faydamıza nasıl kullanacağımızı anlamak biraz yorucu ve kafa karıştırıcı olabilir.
Terapi kelimesinin kökeni, eski Yunanca’da, ‘tedavi etme’ anlamına gelen ‘therapeuein’ kelimesinin ‘iyileştirme’ anlamına dönüşen ‘therapeia’ kelimesine dayanmaktadır. Orjinalinde, hasta bir halin iyileştirilmesi anlamına gelen terapi kavramı, psikoloji ve ruh sağlığı ile ilgilenen ilk uzmanların tıp doktorları olması sebebiyle de uzun süre ‘Hastalık ve patoloji’ ile ilişkilendirilmiştir. Belki de bu algılar, kendisini ‘hatalı, eksik, düzeltilmesi gereken bozuk’ bir varlık olarak görmek istemeyen insanın uzun süre bu alana kuşkulu yaklaşmasına sebep olmuş olabilir. Sonuçta insan kendisini, pek de düzeltilmesi gereken hastalıklı, eksik bir varlık olarak görmek ve göstermek istemeyebilir.
Her ne kadar psikoloji ile ilgilenen ilk uzmanlar, resmi olarak 19. Yüzyıl sonları ile 20. Yüzyıl başlarında Tıp doktorları olsa da, insanın kendisini anlama çabası, Şamanik törenlerle bedendeki travmayı çözdürmeye çalışan Şamanlara, Beden, Zihin ve Duygu halleri arasındaki bağlantıyı binlerce yıl önce gören ve bütüncül tedavi uygulayan Çin Tıbbı uzmanlarına, kendini ve diğerlerini, duyguları, düşünceleri ve davranışları, insanı anlamaya çalışan ve başkalarına da ayna tutan klasik dünya edebiyatının romancılarına kadar dayanır.
Belki de aslında, insanlık tarihi kadar eskidir terapi. Çünkü özünde, insanın kendisini, neyi neden yaptığını, hayatta başına gelenlerin kendisini nasıl etkilediğini anlama, eğer bu etkiler hayatını, huzurunu olumsuz etkiliyorsa bu olumsuz etkilerden sıyrılıp daha mutlu, huzurlu, tatminkar, kendisi ile barışık olma çabasıdır terapi. Bu yüzden, akla gelen ya da gelmeyen, bilerek ya da farkında olmadan yapılan her türlü şey, terapisel, iyileştirici etkiye sahip olabilir insanın üzerinde.
Geliştirdiğimiz her türlü savunma mekanizması, davranış, başa çıkma yöntemlerimiz, bize zarar verebilen hallerimiz de dahil, dışarıdan bakıldığında ne kadar manasız hatta antipatik gelseler bile, sonuçta gelişmemize yardım etmesi için hayatımıza aldığımız, kendimizi daha iyi hissetme çabalarımızdır. Ancak zamanla, o zamana kadar işimize yarayan, sakinleşmemize, hayatımızı mümkün olduğunca sürdürmemize yardım eden bu çabalar o kadar da işe yaramamaya, hatta kendimizle ve çevremizle olan ilişkilerimizi olumsuz etkilemeye başlayabilir.
Bu noktada kişi, daha kesin, daha etkin, daha net çözümler aramaya başlayabilir. İşte genelde bu arayışların sonucunda kendisini bir terapistle karşı karşıya bulabilir. Bazen neden orada olduğunu, terapinin ne olduğunu, süreçten ne beklemesi gerektiğini bile bilmiyor olabilir. Arkadaşlarıyla, sevdikleriyle konuşmaktan nasıl daha farklı olabileceğini de düşünebilir. Konuya hakim olduğunu düşündüğü bir ‘uzman’dan bir çözüm, cevap, reçete bekliyor olabilir. Her danışan, birbirinden farklı, bazen birbirine zıt duygu, düşünce, istek, talep ve ihtiyaçlarla gelebilir terapiye. Kendisini güvende hissedeceği bir ortamda, yargılanmadan, eleştirilmeden, kendisini ve duygularını olduğu gibi kabul ederek, önce kendisini, iç dünyasını daha derinden ve yakından tanımaya, sonra değişime ve gelişime doğru adım adım ilerlemeye başladıkça, danışanla terapist arasında kurulan terapi ilişkisinin meyveleri ortaya çıkmaya başlar. İnsan, insanla yaralandığı gibi, insan yine insanla, güvenebileceği bir insanla ve o insanla kurduğu güvenli ilişki ile iyileşmeye başlar.
Danışanlarımla yürüttüğüm Terapi İlişkisinde, Carl Rogers’ın, İnsan Odaklı (Person-Centered) yaklaşımı ile, John Bowlby’nin Bağlanma (Attachment) teorisini temel alan Bağlanma Temelli Psikoterapi (Attachment Based Psychotherapy) odaklı çalışmaktayım.
Danışanın kendisini güvende hissedeceği bir ortam ve ilişkinin oluşması terapinin en önemli ve ilk amacıdır. Kendisini hem fiziksel olarak, hem duygusal olarak güvende hisseden kişi, kendisini etkilemiş olan geçmiş ya da hala daha devam eden ilişkilerine ve yaşam tecrübelerine güvenle göz atmaya, ilişki ve tecrübelerinin kendisi üzerindeki etkilerini anlamaya ve yorumlamaya yardımcı olan duygusal gücü kendisinde bulmaya başlar. Bu sebeple, İnsan Odaklı yaklaşımın, danışanın kararlarına ve isteklerine saygı duyan ve danışanın liderliğini önceleyen değerleri ile Bağlanma Temelli Psikoterapi’nin, çocukluk dönemi ilişkilerimizin bugünkü hayatımıza etkilerini ve izlerini anlama çabasını temel alarak danışanlarıma yardımcı olmaya çalışıyorum.