Yaşanan acı, stresli, üzücü olayların insana bıraktığı belki de en olumsuz miras, insanın bedenine, hücrelerine kadar nüfuz etmesi, sızması ve orada sıkışıp kalması. Olaylar geçip gitse, kişi artık onları hatırlamasa, hafızasından sildiğini zannetse bile, hissedilen tüm korku, panik, üzüntü, kızgınlık, kırgınlık bedende, sinir sisteminde dolaşmaya devam ediyor. Kişi, nedenini anlamadığı bir şekilde sürekli patlamaya hazır, kızgın, kırgın, korkulu, panik, stresli, hüzünlü veya her an kötü bir şey olacakmış hissi ile yaşıyor. Kendisini ne kadar rahatlatmaya, sakinleşmeye, mutlu etmeye çalışsa da bunu tam olarak başaramıyor. İçinden çıkamadığı bir korku, panik, mutsuzluk sarmalı içinde sıkışıp kalmış olarak yaşamaya devam ediyor. Bu hal uzun vadede hem aşırı hormon çalışımı sebebiyle kalp, tansiyon, şekerle başlayan ve bağışıklık sistemi hastalıklarına, kansere kadar uzanan fiziksel rahatsızlıklara yol açıyor, hem de depresyon, anksiyete, panik atak gibi psikolojik rahatsızlıklara uzanıyor.
Bu konuda en son gelinen açıklama, siz atlattığınızı, unuttuğunuzu düşünseniz de, hatta hiç hatırlamasanız da, bedeniniz her şeyin kaydını tutuyor ve unutmuyor. Tutulan bu kayıt sebebiyle de, 5 yaşında yaşadığı ve hatırlamadığı bir korku, 45 yaşında kişinin nedenini çözemediği bir şekilde mutsuz olmasına sebep oluyor. Ortada görünür hiç bir sebep yok, her şeyim var, hayatım da gayet yolunda, peki o zaman ben neden bir türlü mutlu olamıyorum? Nankör müyüm? Doyumsuz muyum? Benim neyim var? Neden hiç bir şey mutlu olmama, tatmin olmama yetmiyor?
Bu soruların cevabı genelde travma tecrübesinde yatıyor. Çocuklukta yaşanan, sürekli maruz kalınan şiddet olabilir. Ya da daha sonraki yaşlarda yaşanmış, hayati tehlike ile karşı karşıya bırakmış ani bir şok olabilir. Hatırladığınız bir şey olabilir, hiç hatırlamadığınız tecrübeler olabilir. Beden, o anda sıkışıp kalmış, donmuş olduğu için, aradan 50 sene geçse bile beden ve zihin için aslında zaman hiç akmamıştır. Her an yeniden ve yeniden, olayın yaşandığı anda, yaşanan acı tecrübeyi yeniden ve yeniden yaşamaktadır. Zaman her şeyin ilacıdır sözü, travma için geçerli değildir. Çünkü travmayı kaydeden alanlar için zaman kavramı yoktur. Sadece ‘an’ vardır. Sıkışıp kaldıkları andan çıkamazlar. Yaş ilerler, zaman kişi için geçer ama travmanın sıkışıp kaldığı noktalar hala o travma anında yaşamaktadırlar.
Tüm bu karmaşık sistem sonucu da kişide bölünme meydana gelmeye başlar. Bedenindeki sinir sistemleri, hücreler geçmiş acı tecrübeleri yeniden ve yeniden yaşarken, hayatında her şeyin yolunda gittiğini zanneden kişi neden bir türlü mutlu olamadığını anlayamaz, içindeki huzursuzluğu çözemez, neden her an kötü bir şey olacakmış dünya başına yıkılacakmış korkusu ile yaşadığını anlayamaz.
Çünkü normalde, zamanın büyük kısmında rahatlama pozisyonunda olması gerekn otomatik sinir sistemi, kaçma-savaşma ya da donup kalma pozisyonunda, her an bir saldırıya hazır halde, korku içinde beklemektedir. Korku her zaman korku olarak kendisini dışarıya vurmaz. Bazen öfke olarak dışarıya çıkar. En sinirli, agresif insanlar aslında içten içe en çok korku içinde yaşayan insanlar olabilirler. Yine üzüntü duygusu, öfke olarak kendisini gösterebilir. Bazen kızgınlık hissi, küskünlük olarak dışarıya vurabilir. Tüm bu karmaşa, kişide inanılmaz bir kafa karışıklığına ve insan ilişkilerinde çeşit çeşit soruna yola açabilir.
Peki o zaman nerden başlayacağız? Nasıl ilerleyeceğiz? Bedende sıkışıp kalmış geçmiş travmaları nasıl çözeceğiz? Nasıl iyileşeceğiz?
Bugün artık, bedeni tedavi sürecine dahil etmeden tam bir iyileşme olmayacağına inanılıyor. Bedeni çalıştırmak, harekete geçirmek gerekiyor ki kasılıp kalmış beden gevşemeye, rahatlamaya başlasın. Donmuş hatıralar çözülmeye başlasın. Silik, cılız olan nefes güçlenmeye başlasın. Bir bedeni olduğunu unutmuş olan insan, yeniden vücudu ile, nefesi ile bağlantı kurmaya başlasın. Beden hareket etmeye başladıkça, beyindeki bağlantılar yeniden kurulmaya başlasın. Yetersiz çalışan beyin bölgeleri hareketlenmeye başlasın. Aşırı çalışan ve kişiyi gereksiz yere öfkeye, paniğe, korkuya sürükleyen alanlar sakinleşmeye başlasın.
Peki madem bu kadar kolay, neden o kadar da kolay değil? Çünkü, en basit eylem olan nefes alıp verme bile basit bir eylem değil. Özellikle de travma yaşamış kişiler için. Çocukken şiddete maruz kalırken büyük ihtimalle korkudan nefesini tutmak zorunda kalan kişi, hayatının geri kalanında hiç farkına varmadan nefesini tutarak, derin, diyaframdan nefes almayı unutarak yaşıyor. Basit bir derin nefes alıp verme eylemi bile kişiye, farkına varmasa bile geçmiş tecrübelerini hatırlattığı için istemsizce paniklemesine sebep olabiliyor. Nefes egzersizleri sırasında nedenini anlamadan kendisini huzursuz hissedebiliyor.
Aynı paniği ya da huzursuzluğu spor ya da egzersiz yaparken de yaşayabiliyor kişi. Spor sırasında hızlanan nefes ve kalp atışları, artan kan basıncı, kişi farkına varmasa bile bedenine ve zihnine geçmiş tecrübeleri sırasında yaşadığı biyolojik değişiklikleri hatırlattığı için, nefesini hızlandıracak, kan basıncını arttıracak eylemlerden kaçınıyor. Kendisini koruma ihtiyacı, her şeyin önüne geçiyor. Korku, ilerlemenin önüne set çekiyor. Egzersiz, psikolojik rahatsızlıklar, depresyon, anksiyete için en iyi reçetelerden birisi ancak spora başlayabilmek için aşılması gereken duvar bazı insanlara çok zor, çok yüksek gelebiliyor.
Peki nereden başlayacağız? Eski korkularımızı (bedende sıkışıp kaldıkları için aslında hala bugün gibi tazeler) uyandırmadan nasıl bedenimizi hareket ettirmeye başlayacağız?
En hafif, en basit adım, sabah uyandığımızda, henüz yataktan kalkmadan önce ve gece yattığımızda uykudan hemen önce bedenimizi kasıp gevşetmekle başlayabiliriz. Önce ellerimizi yumruk yapıp sıkarak, yavaş yavaş aynı anda kollarımızı sıkarak, bacaklar ve tüm bedeni sıkarak ve sonra yavaşça gevşeterek.. Yeniden tüm bedeni adım adım sıkıp, yeniden gevşeterek. Bunun düzenli olarak sabah akşam yapılması, yavaş yavaş bir sonraki hareketlere geçilmesine yardımcı olabilir.
Bir diğer, nisbeten kişiyi fazla ürkütmeden yapılabilecek hareket, ellerimizi duvara dayayarak duvarı itmeye çalışmak. Bu hareketi, bir başka insanla da yapabilirsiniz. Özellikle çocuklar bu tür oyunları sevebiliyorlar. Çocuklarınız varsa ya da eşinizle ya da bir arkadaşınızla, karşılıklı avuç içlerinizi birbirine dokundurup birbirinizi itebilirsiniz. Hiç kimse yoksa etrafınızda, duvarı iterek çalışabilirsiniz. En önemlisi, bunları her gün düzenli yapmaya çalışmak. Böylece zamanla, bir sonraki aşamalara geçebilmek için cesaretiniz artar. Damlaya damlaya göl olur.
Bunlar en basit ilk adımlar ancak bazı insanlar için bunları yapabilmek bile büyük çaba gerektirebiliyor.
Yapmaktan hoşlanacağınız hareketler üzerinde düşünebilirsiniz. Mesela, oyun havası açıp her gün 5 dakika kendi kendinize oynamanız bile müzik ve hareketi birleştiren, gayet iyileştirici bir eylem. Tüm dünyada, her kültürde müzik ve beden hareketlerini birleştiren folklorik hareketler boşuna üretilmemiş. Ritmik hareketler, ritmik müzik eşliğinde kafa sallama, el, kol, bacak hatta tüm bedeni hareket ettiren eylemler.. bu esnada kan basıncının artması, kalp atışlarının hızlanması.. tüm bunlar sinir sistemini düzenleyen ve kişiyi sakinleştiren eylemler. Yani en azından, normal şartlar altında. Ama denildiği gibi, bazı insanlar için bu tecrübeler, geçmiş korku dolu anları hatırlattığı için korkutucu, üzücü eylemler olabiliyor.
Peki egzersiz nasıl oluyor da işe yarıyor? Uzun süre strese, korkuya maruz kalmak, kişinin korku duygusunu yatıştırmasına yardımcı olan, beyindeki hippocampus bölgesinin küçülmesine ve etkinliğini yitirmeye başlamasına sebep oluyor. Yani kişi hayat ve yaşadığı olaylar karşısında cesaretini yitiriyor, korkaklaşıyor. Her an başına kötü birşey gelecekmiş ve başına gelenle asla başedemeyecekmiş korkusuyla yaşıyor. Başıma ne gelirse gelsin, ben bir yolunu bulur üstesinden gelirim duygusunu unutuyor. İşte egzersiz, düzenli egzersiz,hippocampus bölgesinin yeniden büyümesine ve etkili bir şekilde çalışmasına yardımcı oluyor. Askerlik mesleğinde düzenli egzersiz sadece fiziksel kondisyon kazanmak için yapılmıyor. Kişinin cesaretinin artması ve korku duygusunu altedebilmesi için de düzenli ve yoğun egzersiz gerekiyor. Bunların dışında egzersizin mutluluk hormonu salgılanımının artışında ve stres hormonunun az salgılanmasında da etkileri var. Artık egzersizin depresyon, mutsuzluk, öfke, duygu kontrolü vb durumlar karşısındaki faydaları, sayılamayacak kadar çok araştırma ile ispatlanmış durumda. Sporun dışında dans, özelikle de hızlı hareket etmeyi gerektiren danslar, halk oyunları, oyun havaları, zumba ve aklınıza gelebilecek nice hızlı eylem aynı amaçla kullanılabilir.
Bir sonraki yazımız, gayet yavaş, ağır, hiç bir şey yapmıyormuşsunuz hissi veren ancak MR çekimleri ile beyne, bedene faydası ispatlanmış, duygularınızı kontrol etmenize yardımcı olabilecek yoga, tai chi, chi gong gibi nefesinizi düzenleyen, bedeninizle bağlantı kurmanızı sağlayan, yavaş ama emin adımlarla sizi ilerleten uzakdoğu hareketleri üzerine olacak.
Sevgiler.