Neden sinirliyiz? Neden gerginiz? Neden mutsuzuz? Neden depresyondayız? Neden panik ataklarımız var? Neden bir türlü kendimizle, hayatımızla, etrafımızdaki insanlarla uyum içinde değiliz? Neden en ufak bir olumsuzlukta, kara bir delik gibi bizi içine çeken karamsarlığa yuvarlanıyoruz? Neden sürekli hem fiziksel, hem psikolojik olarak yorgunuz? Neden bedenimizde sürekli ağrılar var? Neden eşlerimizle geçimsizlik ve uyumsuzluk yaşıyoruz? Neden kendimizle barışık değiliz? Neden insan ilişkilerinde sürekli sorunlar yaşıyoruz? Neden hayat yorgunuyuz? Neden içimizde yaşam enerjisi yok? Neden sürekli yorgun, bıkkın, umutsuz, huzursuz ve sinirliyiz? Neden istemediğimiz halde ani öfke patlamaları yaşıyoruz? Neden kendimizi ve içimizide olup bitenleri anlayamıyoruz? Neden ağlama krizleri geçiriyoruz? Ya da neden istediğimiz halde ağlayamıyoruz? Neden bedenimiz, duygularımız ve düşüncelerimiz üzerinde kontrolümüz yok? Neden aslında yapmak istediklerimizi yapamıyor, bunun için güç, kuvvet, cesaret, enerji bulamıyor ama kendimizi yapmak istemediklerimizi yaparken buluyoruz? Neden temizlik hastasıyız? Neden şöyle sakince ayağımızı uzatıp, huzur içinde oturamıyoruz? Ya da neden yerimizden kalkmaya, kolumuzu kaldırmaya halimiz yok? Neden şöyle derin bir uykuya yatıp bin yıl uyumak ve hiç bir şey düşünmeden, hissetmeden sessiz sakin, huzur içinde her şeyi unutarak uzanmak istiyoruz? Neden sürekli karamsarız? Neden herkes sanki hayatın sırrını çözmüş de, huzur içinde yaşıyor gibiyken, kafamız karmakarışık, duygularımız altüst, mutsuz bir şekilde ayağımızı sürüyerek yaşıyoruz? Neden neden neden…?

Tanıdık duygu ve düşüncelerse eğer, bu soruların kabaca genel cevabı; beden, beyin ve duygu bağlantılarının zedelenmiş, kopmuş, aralarındaki bağlantıların yanlış kurulmuş olması diyebiliriz. Üçünün uyum içinde, birlikte çalışması ve üçünün yere, zamana, duruma göre birbirini dengelemesi ve kontrol etmesi gerekirken, bu üçü arasındaki bağlantının kopmuş olması, beden bir yanda, duygular darmadağınık, zihin başka bir dünyada, paramparça yaşamaya çalışıyor olmamız. Bütün bu zor ve ağır duyguların altında yatan ana sebep, ana açıklama şu an eldeki verilerle bu. Duyguların, zihnin (beynin fonksiyonları da diyebiliriz) ve bedenin, bu üçünün toplanması, bir araya getirilmesi, aralarındaki bağlantının yeniden kurulması, tıpkı bir legonun parçalarının bir araya getirilerek ortaya anlamlı bir resmin çıkması gibi, adım adım, yavaş yavaş, kontrollü bir şekilde insanın iç dünyasının inşaa edilmesi gerekiyor. Her ne kadar beden göze görünen, dış parça imiş görülse de ve bugüne kadar böyle kabul edilmiş olsa da, yeni veriler ışığında, bedenin doğrudan iç dünyaya bağlı olduğu, sağlıklı ruh hali üzerinde çok ciddi etkisi olduğu ortaya çıkmış durumda. Duygusal şiddet yaşayan kişilerin bedeni bu şiddetten fiziksel olarak etkileniyor. Kaba, kalp kırıcı bir söze maruz kaldığınızda, bu sözlü hakaret bedende bir yerde sıkışıp kalıyor. Ve 20 sene sonra fiziksel bir hastalık olarak ortaya çıkıyor.

Bedeni çalıştırırken bir yandan da beynin fonksiyonları ile duyguların yönetiminin yapılması gerekiyor. Çocuklukta yaşanan şiddet sonucu, beyinde büyümesi gereken bölgeler gerektiği kadar büyümüyor. Çalışması gereken fonksiyonlar tam olarak çalışmıyor ve görevlerini yerine getiremiyor. Fazla aktif olmaması, gereğinden fazla çalışmaması gereken bölgeler ise kapasitesinin üzerinde hiç durmadan çalışıp yıpranıyor. Tüm bunların bir araya gelmesi sonucu da hem zihinle beden bağlantısı kopuyor, hem de dengeli ve sağlıklı duygu yönetimi yapılamıyor. Kişiler bedenen büyüyor, zeka ve akıl yönünden gelişebiliyor ancak duygu yönünden çocuk kalıyorlar. 40-50 yaşına geliyor, çocuk çocuk sahibi oluyor, belki iş hayatında başarılı oluyor, mevki makam sahibi oluyor ama duygusal olarak olgunlaşamıyorlar ve belki 3, belki 5 yaşında sıkışıp kalıyorlar. Çünkü beynin günlük işleri yerine getirme, zeka, akıl bölümü, duyguları yöneten kısımdan ayrı. Şiddet en çok ve en kötü, beyinde duygularımızı yöneten kesimi etkiliyor. 3-5 yaşında kalmış o bölümün, tıpkı çocuk büyütür gibi yavaş yavaş büyütülmesi gerekiyor. Bir bebeğe bakarmış gibi, bir çocuğa öğretirmiş gibi sabırla, adım adım beslemek, yetiştirmek gerekiyor.

Çocukluktaki şiddet, 1- Beden-duygu-zihin bağlantısını koparıyor, 2- Beynin fiziksel gelişimini ve işlevini etkiliyor. 3- Kişinin duygusal olarak çocuk kalmasına sebep oluyor. Kişi, duygularını istediği gibi yönetemiyor. Hem bedeniyle, hem duyguları ile iletişimini kaybediyor. Karanlıkta, gözleri görmeden, elinde bir fener, ışık olmadan, el yordamını bile kullanamadan ilerlemeye çalışıyor. Ayağına takılacak taşları göremediği için onların üzerinden atlamak yerine sürekli takılıp düşüyor. Düştükçe yaralanıyor ama bedeni ile bağlantısı kesik olduğundan neresinin yaralı olduğunu anlayamıyor ve tedavisini de yapamıyor. Bir yandan vücudundaki yaralar kanıyor, ama canının yandığının bile farkına varmıyor. Bir yandan yürümeye çalışıyor ama neden, nasıl, nereye yürümesi gerektiğini bile bilmiyor.

Psikolojik sıkıntıların tedavisinde artık bedeni çalıştırmanın, harekete geçirermenin şart olduğu düşünülüyor. Bedende kayıt altına alınmış tüm geçmiş şiddetin ve etkilerinin yavaş yavaş çözülmesi ve bedenden dışarı atılması gerekiyor. Aynı anda, geçmiş tecrübelerin, özellikle tramva ve tedavisi konusunda uzman, duygularını yönetebilme yetisi olan, beden, zihin, duygu üçlemesini olabildiğince ‘bir’leyebilmiş bir terapistin yoldaşlığında, yavaş yavaş, kontrollü bir şekilde keşfedilmesi gerekiyor. Yaşanan tecrübelerin kişiliğe yaptığı etkilerin ortaya çıkarılması, kişiyi neden, nasıl etkilediğinin anlaşılması, o tecrübelerle baş edebilmek, hayatta ve ayakta kalabilmek için kişinin nasıl bir savunma ve korunma mekanızması geliştirdiğini ortaya koymak gerekiyor. Yavaş yavaş ve kontrollü bir şekilde tüm tabloyu ortaya koyduktan sonra, bundan sonrası için bir yol haritası çıkarmak, bugüne kadar iyi kötü işe yaramış ama artık işe yaramayan hatta kişiye zarar veren düşünce ve davranış kalıplarının üzerinde çalışmak, yerine yenilerini üretmek gerekiyor.

Beden ve duygular üzerinde bu çalışmalar devam ederken, elastik olan beyinde de değişimler olmaya başlıyor. Bozuk bağlantılar kesilip, sağlıklı bağlantılar kurulmaya başlanıyor. Yetersiz çalışan bölgeler, hareketlenmeye başlıyor. Aşırı çalışan bölgeler durulmaya, sakinleşmeye başlıyor. Kişi yavaş yavaş kendisiyle barışmaya, kendisini, düşünce ve duygu kalıplarını anlamaya, nerede neden reaksiyon gösterdiğini görmeye başlıyor.

Bu esnada, belki bugüne kadar donmuş olan duyguları keşfetmek ve harekete geçirmek ya da fazlasıyla coşmuş olan duyguları kategorize etmek ve yönetmek gerekiyor. Yani bir nevi, insanın bedeninde, zihninde ve duygu aleminde bir devrim yapmak ve otomatik pilotta yaşayan kişinin yönetimi ele geçirmesi gerekiyor.

Uygulanan pek çok yöntem var, bir yandan sürekli yenileri keşfediliyor. Herkese tek bir reçete yok. Birisine iyi gelen bir başkasına tam tersi zarar verebiliyor. Kimsede işe yaramayan, akla gelmeyecek yöntemler bir başkasında işe yarayabiliyor.

Her ne kadar, sadece bilmek ve anlamak tramvayı çözmüyor, etkilerini ortadan kaldımıyorsa da, bazen işe, kişiye ne olup bittiğini, tramvanın ne olduğunu, zamanında yaşadığı tecrübelerin bedenine, beynine nasıl bir zarar verdiğini öğrenmesi ile başlaması, bu yolda atılan atacağı ilk adımlardan birisi olabilir.

Tramva alanında ve tramva tedavisinde dünyada bir numaralı isimlerden kabul edilen Amerikalı psikiyatrist ve terapist Dr. Bessel van der Kolk’un yazdığı kitap, şu anda bu konuda yazılmış en açık ve net kitaplardan birisi olabilir. Türkçe ismi: Beden Kayıt Tutar. Orjinal ismi: The Body Keeps the Score. İnternet kitapçılarında ikisini de bulabilirsiniz. Meraklısına tavsiye ederim.

Bu alanda diğer bir isim, Peter Levine. Onun da Türkçe ve İngilizce kitapları internet ortamında satışta.

Türkçe kitap linklerini aşağıya ekliyorum:

Bessel van der Kolk

Peter Levine