Texas Üniversitesi’nde yapılan bir araştırmada, öğrencileri 3 gruba ayırmışlar. İlk gruba, kendileriyle alakası olmayan bir konuda, her gün 10 dakika yazmaları istenmiş. İkinci gruba, ‘bu hayatta başınıza gelen en kötü şeyi yazın’ denmiş. Üçüncü gruba da, bu hayatta başınıza gelen en kötü şeyi ve o tecrübenizin bugünkü hayatınıza etkisini yazın, ‘geçmişte yaşadığınız o tecrübe, sizce bugün sizi nasıl etkiliyor’ denmiş. 3 gruptaki öğrenci de bir süre takibe alınmış. Bağışıklık sistemleri, kaç kere hastalandıkları, doktor randevuları, insan ilişkileri, derslerdeki başarıları.. takip edilmiş.
Birinci grupta, alakasız bir konuda düzenli yazan grupta olumlu hiç bir değişiklik gözlenmemiş. İlginç bir şekilde, başlarına gelen en kötü tecrübeyi yazan, kağıda dökebilmiş grupta da bir değişiklik gözlenmemiş. Ancak, geçmişte yaşadıkları kötü olayları, ve onların bugünkü hayatlarına etkisini yazan grupta olumlu yönde pek çok değişiklik gözlenmiş. Yani sadece kötü olayları dile getirmek, yazmak, sistemden çıkarmak tek başına işe yaramıyor. İnsanlar, hayatta yaşadıkları olumsuz tecrübeleri kendilerine ve başkalarına itiraf edebiliyorlar ve bu hiç yoktan, içinde bastırıp gizlemekten çok daha iyi bir şey. Ancak sadece dile getirmek yeterli olmayabiliyor. iyileşmenin olabilmesi için, geçmiş tecrübelerin bugünkü hayatlarına etkisini de görebilmeleri, aradaki bağlantıyı kurabilmeleri gerekiyor.
Sadece olan biteni anlatmak yerine, duygulara ve bunların şu anki yaşama, ruh haline etkisine yer vermek gerekiyor. Çünkü terapisel olarak, bir olayı sadece bilmek, anlamak iyileşme için yeterli olmuyor. Duyguları çözümlemek, yaşanan olayların kişinin kişiliğine, yapısına, duygu ve düşünce dünyasına, psikolojisine olan etkisini de anlayabilmek gerekiyor.
Ayrıca bu yazı işleminin, bilgisayar yerine kağıt kalemle yapılması, etkisini daha da arttırabiliyor. Çünkü kalemle yazmak, klavye ile yazmaktan daha farklı ve etkili.
Her gün düzenli olarak 10 dakika yazılabilir, her yazışta tek bir tecrübe üzerine odaklanılabilir, haftada 3-4 kez düzenli olarak yazılabilir. Önce geçmiş tecrübelere odaklanıp, oradan yola çıkarak bugüne olan etkisi üzerinde düşünülebileceği gibi, şu anda yaşanan bir olayın, verilen bir tepkinin, hissedilen bir duygunun aslında nerede geldiği, geçmişteki kaynağı üzerine odaklanılabilir. Bugünden geçmişe bir bağlantı-köprü kurarak da yazılabilir.
Yapılan araştırmalar, bu şekilde düzenli yazı terapisinin, PTSD, anksiyete, depresyon, OCD, kendine güven eksikliği, insan ilişkileri, iletişim becerileri üzerinde olumlu etkileri olduğunu ortaya çıkarmış.
Yazma eylemi, kişiye ayna tutan, duygu ve düşünce çarkını döndürme olayı diyebiliriz. Üstelik kişi, sadece kendisi için yazdığı zaman bu eylem çok daha iyileştirici oluyor. Bir başka kişinin okumayacağını, kimsenin yorumuna, yargısına, önyargısına, eleştirisine maruz kalmayacağının güveni ile duygu ve düşüncelerini kağıda dökmeye, yaşadığı tecrübelerin kişiliğine ve bugününe olumlu ya da olumsuz etkilerini görmeye, bağlantıları kurmaya başladığı zaman zihnindeki perdeler aralanmaya, sisler dağılmaya başlıyor. Şu an durduğu noktadan dönüp geçmişe bakmak ve o geçmişle bugünü birbirine bağlamak, önünün aydınlanmasını sağlayabiliyor.
Mesela.. Tamamen hayali ama muhtemelen tanıdık bir tablo:
İlkokul 3. sınıfta idim, bir gün öğretmenim beni tahtaya sınava kaldırdı. Soruları bilemedim. Herkesin önünde beni azarladı. Köşede tek ayak üstünde cezaya bıraktı. Galiba bu sırada bazı arkadaşlarım bana gülüyorlardı.. Bugün, topluluk önünde konuşmam gerektiği zaman elim ayağım titremeye başlıyor, sesim titriyor hatta sesim hiç çıkmıyor. Bir an önce oradan kaçıp kurtulmak istiyorum. Yer yarılsa da içine girsem diyorum. Hayattaki en büyük korkum, insanların önünde rezil olmak olmak. Bir hata yaptığımda çok sinirleniyorum. Birileri, iyi niyetle bile bana gülseler o an kan beynime sıçrıyor, çok sinirleniyorum.. Aynı şey çocuklarımın başına gelecek diye çok korkuyorum. Benim öğretmenim erkekti, belki de o yüzden erkek öğretmenlerden hoşlanmıyorum, çocuklarımın kadın öğretmenleri olsun istiyorum.. gibi gibi gibi.. Tecrübeler sizin, yaşadıklarınızın size ne hissettirdiğini en iyi ve en güzel siz biliyorsunuz. Sizi, en iyi anlayacak kişi yine sizsiniz. Aradaki bağlantıları kuracak olan kişi de sizsiniz. Bessel van der Kolk, bir terapistin aslında tek bir görevi var diyor, danışan kendi iç dünyasında tüm bu bağlantıları kurup, yaşadıklarını anlamlandırmaya çalışırken, mümkün olduğunca az müdahele ile, danışanın iç dünyasını derleyip toplama eylemi sırasında mümkün olduğunca az rahatsız ederek, onun içerde olup biteni farketmesine yardımcı olmak, bağlantıları kurmasına yardımcı olmak. Bu kadar. Bir terapistin en önemli ve belki de tek görevi budur. Terapiyi asıl yapan, danışanın kendisidir. Terapist sadece, kendi yolundan daha önce yürümüş birisi olarak, yine kendi yolunda yürüyen bir başkasına az ama öz yoldaşlık etmeye çalışır.
İşe, bu şekilde bağlantı kuracak şekilde yazmakla başlayabilirsiniz. Ağir tecrübelerden değil, nisbeten daha hafif olan, kaldırabileceğiniz olaylardan işe başlayabilirsiniz. Kendinizi zorlamanız işe yaramayacağı gibi, daha da kötü hissetmenize sebep olabilir. Damlaya damlaya göl olur misali, az, öz ama düzenli olan bir eylem uzun vadede çok daha faydalıdır. 3 günde hasta olmuyoruz, 5 günde psikolojimiz bozulmuyor. Bozulmaya giden yol, yıllar alıyor. Yıllarca aynı tecrübelere maruz kalıp, yıllarca aynı duygu ve düşünce kalıpları içinde yaşadıktan sonra, 3 günde, 5 günde bir iyileşme ve değişim ne sağlıklı olur, ne kalıcı olur, ne de doğru olur. Yolun uzun olması korkutucu, cesaret kırıcı olabilir. Ancak Lao Tzu’nun dediği gibi, binlerce kilometrelik yol, tek bir adımla başlar. Kimse bir anda, tek bir adımla 1000 kilometrelik yolu katedemez. Yolun kendisi, o yolda yürüme tecrübesi bile tek başına, başlıbaşına iyileştirici bir tecrübedir.
Sevgiler.
Kaynaklar: